Kakapo (kākāpō) kuşu nesli tükenmek üzere olan özel bir cins gececil (noktürnal)
papağandır. En önemli özelliği ise şişman olduğundan dolayı uçma yetisini
kaybetmiş olmasıdır. Douglas Adams’ ın “Last Chance to See – Son bir kez gör” kitabında
değinilen bu papağan türü uçmayı unutsa da; uçmayı unuttuğunu da unuttuğundan
dolayı uçabileceğini sanmaktadır. Bu sebeple yetişkinliğe erdikten sonra ara
sıra uçmayı denemekte, hiç değilse yavaşça süzülmeyi hedeflemekte ama feci
şekilde yere çakılmaktadır. Bu öyle fena bir çakılmadır ki bazen türün
bireyleri hayatını kaybetmekte veya ciddi yaralar almaktadır. Bu yaralar onun
eş bulma ve çiftleşme şansını azaltmakta ve neslinin tükenmesine davetiye
çıkarmaktadır. Hatta bu canlı, insanın sebep olduğu etkiler dışında belki de
sırf bu pek bir anlam verilemeyen davranış yüzünden neslini kendi kendine
tehlikeye atmıştır.
Kakaponun neslini korumak için 50 yıldır muazzam bir çaba gösterilse de bu
turun tüm bireyleri toplam 250 civarındadır. Kakapolar nesillerini tüketmek
için var olmuşlardır gibi bir çıkarım aklınıza gelmesin elbette. Hatta ilgi
çekici bir örnek olarak; bu türün dişileri çiftleşme döneminde azgınlaştığında
30 kilometre uzaktaki erkekle çiftleşmek için yürüyebilir ve geri yuvasına
dönebilir. Yine de bu azim ve kararlılık, güçlü bir kakapo popülasyonu kurmaya
yeterli olmaz. Eğer toplam sayınız birkaç yüzü ancak buluyor ise hiç
ummadığınız mesafeleri kat etmek, hiç uyuşmayacağınızı düşündüğünüz bireylerle
bir araya gelmek zorunda kalabilirsiniz.
Peki kakapolar neden uçamayacaklarını bile bile kendilerini yüksekten
bırakır? Kuşların teropod dinozor atalarından ayrışarak uçmayı nasıl
öğrendikleri konusunda en önde gelen hipotezlerden biri, onların kendilerini
belirli yüksekliklerden bırakmaları ve uçmayı denemeleridir fakat bunun için
öncelikle vücut yapılarının uçuşa müsait hale gelmesi gerekir. İdeal bir kuşun
kanat açıklığı geniş ve omuzları kanat çırpacak kadar güçlü, vücut ağırlığı
düşük, aerodinamiği ise uçuşa uygun olmalıdır. Kakapolar en büyük ve ağır
papağan türü olduklarından zamanla uçma yetilerini kaybetmeleri şaşırtıcı
olmamalı. Uçma yetisinin kaybedilmesinin üzerinden belki de binlerce yıl ve
yüzlerce nesil geçmiş olmasına rağmen muhtemelen hala vücuttaki değişim ile
beyindeki nöronal kabloların (sinaps) yeniden bağlanması aynı hızda olmasa
gerek, bu bakımdan tavuklar bir adım önde. Aslında kakapolar için inatçı da
denebilir, veya kendini yüksekten bıraktığında sürekli düşse bile bir gün
uçacağını düşünmekte ve motive olmaktadır da diyebiliriz. Veya içlerindeki uçma
dürtüsü o kadar güçlü hale gelir ki henüz birkaç hafta önce kafa üstü yere
çakıldığını hatırlamaz, veya bunu umursamaz. Biyofiziksel özelliklerinin ona
koyduğu bariyerleri, çalışarak veya hiç olmazsa sayısız kez deneyerek aşabileceğini
düşünür ve her seferinde mutlaka yere çakılır.
Kakapoların en ünlüsü şüphesiz Sirocco’ dur. Şu anda 26 yaşında olan erkek
Sirocco, muhtemelen bu yazıyı okuyan herkesten daha çok sayıda insanla tanışmış
ve sayısız kereler televizyon ekranlarına çıkmıştır. Her yıl onun yumurtadan
çıkma günü (kuşlar doğmazlar, neredeyse tüm embriyonik gelişimlerini tek bir
hücreden itibaren yumurta içerisinde tamamlarlar, dolayısıyla doğum günleri
yoktur. Onun yerine yumurtadan çıkma günleri vardır) olan 23 Mart’ tan birkaç
hafta önce bölgedeki adalardaki kuş koruma enstitülerinde bir kutlama töreni
telaşı başlar. Sirocco’ nun şöhreti ona pahalıya patlamıştır, çünkü insanlarla
aşırı derecede fazla zaman geçirdiğinden karşı cinse dair neredeyse hiçbir
seksüel ilgi duymaz, bu sebeple onun üremesi için çaba gösterilmemesi uygun
görülmüştür. O ekran yüzüdür, süperstardır ve bu onun kaderidir.
Fakat bu Yeni Zelanda kuşu bize göre dünyanın tam öteki ucunda. Fakat ister
inanın ister inanmayın bizde kakaponun bir karşılığı var. Bizim kakapo da ağaç
veya kayaların tepesine tırmanıp yere çakıldıkça dökülen tüylerini temizleyip
yoluna devam ediyor. Sorunun kendi doğasında değil de etrafında,
arkadaşlarında, ekosistemde olduğunu zannediyor, ne gariptir ki isimleri de
benzer. Bizdeki kakaponun adı Kemal Kılıçdaroğlu’dur, KK der bazıları. 16
seçimdir her seferinde kendini yüksekten bırakır ve son sürat çakılır, ama her
seferinde bunu başarı olarak görür.
KKP ise, aynı zamanda Kemal Kılıçdaroğlu Partisi anlamına gelir. Eskiden
adı CHP olan, sonrasında Y-CHP diye ünlenen parti artık Atatürk’ün değil,
Kılıçdaroğlu’nun partisidir. Özü ve kökeni silinmiş, kadroları dağıtılmış ve
ideolojisi yok edilmiştir. KK her seçim yeniden uçmaya çalışıyor, fakat insanlar
ne kadar denerlerse denesinler uçamazlar. İnanırsak uçarız gibi bir söylem ile
yol alınamaz, söz konusu insan ise. Kanat taksanız da uçamazsınız, 15 yıl boyunca
bir ağaç kovuğunda aralıksız meditasyon yapsanız da. İnsan uçamaz, KKP hele hiç
uçamaz.
Fakat fikirler uçabilir. Tüm Atatürkçüleri koluna, Atatürkçülüğü ise kafaya
takıp yola çıkan bir topluluk uçabilir, hem de ne muhteşem bir uçuş! Fetöcü,
radikal solcu, PKK sempatizanı ve Amerikancılara hiç ödün vermemiş ve vermemeye
yemin etmiş bir ekip mutlaka uçar. Bir sonraki sefer hangi kayaya tırmanacağı
ve nasıl çakılacağı belli olmayan ama çakılacağı kesin olan kakapolar olmaksızın
yolumuza devam edersek düşüncelerimizi uçurabiliriz.
Her fikrin bir lideri olur, peki bu kol kola girmiş cesur insanların lideri
kim olacak? Uçamayan KKP’nin başına kim veya kimler gelmeli? İllerin belediye
başkanları mı dersiniz? Hiç sanmam. Belki de KKP’nin başına birileri değil de
yerine başkaları gelmeli. Kakapolaşmış kişiler veya partilerle yürümek pek
akıllıca olmasa gerek.
Atatürkçülerin kurduğu bu bağımsız hareket okyanusun ortasında başlayan
küçük bir dalga gibi olmalı, ilerledikçe büyüyen ve büyüdükçe güçlenen bir
dalga. İnsanların birkaç nesildir zihninde biriktirdiği tüm kötü duyguları
temizlerken geleceğe umutla bakabilmeyi sağlamalı bu dalga. Bu dalga, hayatın
gerçeklerini tam gövdesinden yakalamalı ve problemleri bulup yok eden bir
makinaya dönüşmeli. Bu şekilde olursa o dalga büyür ve tsunami olur.
Kaygılanmasın kimse, sıfırdan ve yepyeni bir başlangıç için her zaman yeterince
zaman vardır. Ulu önder Atatürk’ün dediği gibi; umutsuz durumlar yoktur,
umutsuz insanlar vardır. Umudunuzu asla yitirmeyin. 1919 Mayıs’ında bile onu yılmaz
bir kararlılıkla Bandırma’ya bindiren, Havza yolunda arabası bozulduğunda “dağ
başını duman almış” marşını söylettiren inanç ve kararlılık size ışık olsun.
Ben Atatürk’ümüzün Anafartalar kahramanı olduğu yaştayım ve şimdi hangi adımı
atacaksak o adımın tam zamanı olduğunu düşünmekteyim. Herkes en iyi bildiği işi
yapacak, emeklerimiz birleşecek ve bu birliktelik bizi hedeflerimize taşıyacak.
Önümüzde hangi seçim olduğu ve adayların kimler olacağına bakmadan kendi
literatürümüzü oluşturmamız lazım. Bizim hiçbir ekran yüzüne ihtiyacımız yok.
Bizi süperstarlar da kurtarmayacak. Atatürk gibi bir lider bir daha
gelmeyeceğine göre bizi ancak kendimiz kurtaracağız. Ne şanslıyız ki 1919
şartlarına kıyasla çok daha iyiyiz, hatta Atatürk halimizi görseydi bize basbayağı
kızardı ve “Haydi, daha ne bekliyorsunuz!” derdi.
Uzun lafın kısası, bizim gibi düşünen insanlar bir araya gelecek ve verimli
tartışmalar yapacak. Düşünerek ve konuşarak doğruları bulacağız. Doğrular
ilkeye, ilkeler politikaya dönüşecek. Bu doğru politikalar bütünü ise bir virüs
gibi yayılacak ve mevcut liderlerin dudaklarını uçuklatacak (Herpes virüsü).
Dünyanın ilk yapay virüsünü inşa etmeye var mısınız?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder